15 Ekim 2009 Perşembe

Naylon fatura kullandığınız tespit edilmeden vergi ceza kesilemez



Naylon fatura kullandığınız tespit edilmeden vergi ceza kesilemez



Ekrem Sarısu - 15 Ekim 2009 Perşembe - Posta



Soru: Yıllardan beri mal aldığımız bir firmanın naylon fatura kestiği tespit edilmiş. Bu firma hakkında yapılan incelemeden hareketle bizim aldığımız faturaları da naylon fatura olarak kabul edilmesi yönünde işlem hazırlandığı duyumunu aldık. Yılardan beri mal aldığımız bir firma, işleri bozulunca bazı firmalara sahte fatura vermiş. Bizim alımlarımız gerçek. Bizim dışımızda olan bu durum nedeniyle bize de naylon fatura almışız gibi işlem yapılabilir mi?





Cevap: Naylon fatura düzenlenmesi ve kullanılmasının hapis cezasına kadar uzanan yaptırımı var. Bundan dolayı naylon fatura mükelleflerin korkulu rüyası. Ancak, bu kadar ağır yaptırımları olan ve mükelleflerin uykusunu kaçıran naylon fatura konusunda maliyenin aynı ciddiyetle yaklaştığını söylemek çok zor. Çünkü, inceleme elemanları genelde bir işletmenin naylon fatura düzenlediğini tespit ettiğinde, o işletmenin düzenlemiş olduğu tüm faturaların naylon fatura olduğu düşüncesiyle işlem yapıyor. Mevcut uygulamaya göre, aldığınız faturaları da sahte belge olarak niteleyip işlem yapabilirler. Ancak; bu işlem doğru değil. Çünkü, hakkınızda bir inceleme yapılarak, inceleme sonucu naylon fatura kullandığınız tespit edilmediği sürece işlem yapılmaması gerekiyor. Nitekim nihai yargı merci olan Danıştay, benzer ihtilaflarda, mükellef nezdinde yapılan inceleme ile naylon fatura kullandığı somut delillerle tespit edilmeden, işlem yapılamayacağı yönünde kararlar vermektedir. İşletmenizde vergi incelemesi yapılmadan sahte fatura kullandığınız yönünde işlem tesis edildiğinde, vergi mahkemesine dava açmanızda yarar var.



13 Ekim 2009 Salı

Katma Değer Vergisi alacağında mahsup sorunları

Katma Değer Vergisi alacağında mahsup sorunları

Veysi Seviğ - 13 Ekim 2009 Salı - Referans



Katma Değer Vergisi (KDV) Yasası'nın 29'uncu maddesinin ikinci fıkrası hükmü gereği olarak, "bir vergilendirme döneminde indirilecek KDV toplamı, mükellefiyetin vergiye tabi işlemleri dolayısıyla hesaplanan KDV toplamından fazla olduğu takdirde, aradaki fark sonraki dönemlere" devrolunmakta ve iade edilmemektedir.

Ancak aynı yasanın 28'inci maddesi uyarınca, Bakanlar Kurulu tarafından vergi oranı indirilen teslim ve hizmetlerle ilgili olup teslim ve hizmetin gerçekleştiği vergilendirme döneminde indirilemeyen ve tutarı Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen miktarı aşan vergi, bu mükelleflerin vergi ve sosyal sigorta prim borçları ile genel ve katma bütçeli idarelerle belediyelere olan borçlarına ya da döner sermayeli kuruluşlar ile sermayesinin yüzde 51'i veya daha fazlası kamuya ait veya özelleştirme kapsamında bulunan işletmeler ile organize sanayi bölgelerinden temin ettikleri mal ve hizmet bedellerine ilişkin borçlarına mahsuben ödenebilmektedir.

Yıl içinde mahsuben iade edilemeyen vergi, izleyen yıl içinde talep edilmesi koşuluyla nakden veya mükellefin yukarıda sayılan borçlarına mahsuben iade edilebilmektedir.

Bakanlar Kurulu, vergi nispeti indirilen mal ve hizmet grupları ile sektörler itibariyle, iade hakkını kısmen veya tamamen ya da amortismana tabi iktisadi kıymetler dolayısıyla yüklenilen KDV ile sınırlı olmak üzere kaldırmaya; Maliye Bakanlığı, bu hükmün uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye yetkili bulunmaktadır.

Aynı yasanın 32'nci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca da Maliye Bakanlığı, KDV iadesini hak sahiplerinin vergi ve sosyal sigorta prim borçları ile genel ve katma bütçeli daireler ile belediyelere olan borçlarına ya da döner sermayeli kuruluşlar ile sermayesinin yüzde 51'i veya daha fazlası kamuya ait olan veya özelleştirme kapsamında bulunan işletmelerden temin ettikleri mal veya hizmet bedellerine ilişkin borçlarına mahsup suretiyle sınırlayabilmektedir.

Mevcut yasal düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere mükelleflerin vergi idaresinden alacaklarının idareye olan borçlarına mahsubu mümkün bulunmaktadır. Bu bağlamda da ihracattan doğan KDV'nin iadesinin vergi borcuna mahsubu konusunda herhangi bir sınırlama mevcut değildir.

İhracat istisnasından veya tecil-terkin uygulamasından doğan KDV'nin özellikle Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) borçlarına mahsubu uygulamada bazı sorunlara neden olabilmekte, böyle bir durumda da daha çok mahsup isteminde bulunan KDV alacaklısı mağdur duruma düşmektedir.

Mevcut düzenlemeler çerçevesinde SGK prim tahsilatlarında da Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Yasa hükümleri geçerli bulunmaktadır. Bu nedenle özellikle prim borcunun vadesi tarihinden sonra ilgili SGK şubesi hesabına geçmesi ve/veya havale edilmesi halinde, söz konusu prim borcunun vadesinden havalenin hesaba geçtiği tarihe kadar gecikme zammı uygulanabilmekte ve hatta mahsubu talep edenin varlıklarına tedbir konulabilmektedir.

Örneğin prim alacaklısı olan mükellefin süresi içinde mahsup isteminde bulunması halinde, gerek vergi dairesinin yanlış hesap numarasını belirtmek suretiyle söz konusu mahsup isteminde bulunması ve/veya alacaklı SGK'nın banka hesabında işlem sırasında hesap numarası hatası yapılması halinde, bu durumdan başlangıçta mükellef haberdar olmamakta, sonuçta özellikle SGK şubelerinin mükellefe herhangi bir bilgi vermeden veya uyarıda bulunmadan, mükellef hakkında icrai işlem yaptığı görülmektedir.

Bazı hallerde bankalar kendilerine gönderilen bu tür mahsup işlemine ait talimatları süresi içinde işleme koymamakta veya koymayı unutmakta olup, böyle bir durumda süresi içinde mahsup işleminde bulunan mükellef gecikme zammının muhatabı olabilmektedir.

Böyle bir durumun tespiti halinde uygulamadan zarar gören mükellefin söz konusu zararını karşılamak üzere başvuracağı yargı organı ticaret mahkemeleri olmaktadır.

SGK'nın haklı olarak alacağını tahsil konusunda öncelikle mükellefe başvurmaması ve mükellefi bu konuda haberdar etmemesi ve hatta belli bir süre bekledikten sonra mükellef hakkında icra takibine geçmesi, mahsup isteminde bulunan mükellefler açısından telafisi mümkün olmayacak zararlara neden olabilmektedir.

Özellikle son yıllarda rastlanan bu tür olayların yaratmış bulunduğu olumsuzluklar gün geçtikçe artmaktadır.

Söz konusu uyuşmazlıkların çözümlenmesinde mahsup işlemine aracılık eden vergi dairesi ile banka ve SGK'nın ilgili şubeleri arasında yapılan yazışmalar tam anlamı ile skandal denilebilecek derecede gecikmeli olmaktadır. Bu gecikmelerden zarar görense mahsup işlemini talep eden mükelleftir.

Konuya ilişkin olarak ortaya çıkan uyuşmazlıklarda, söz konusu yazışmalarda rastlanılan bir başka olgu da verilmesi gereken bilgilerin doğru olmamasıdır.

Mağduriyetlere neden olan bu konunun ilgililerce gözden geçirilmesi ve mahsup işleminden mağdur olan mükelleflerin mağduriyetlerini hiç değilse bundan sonra ortadan kaldırabilecek düzenlemelere ve önlemlere yönlenmeleri gerekmektedir

12 Ekim 2009 Pazartesi

Kasadaki paraya vergi

Kasadaki paraya vergi! / İsmail Kökbulut



12.10.2009

Neden işletmelerin vergi incelemesine alınabileceği konusunda geçen haftalarda yayınlanan yazımız üzerine birçok işletmenin zannedildiği gibi şikâyet veya ihbar olmaksızın da incelemeye alınabileceğini hatırlatmış olduk. Bu konuda en önemli ölçü işletmelerin vergi dairelerine vermiş oldukları beyannameler ve mali tablolar.

Mali tablolarda yer alan hususlar

Vergi incelemesine alınacak işletmelerin faaliyetlerinin göstergesi sayılabilecek gelir tabloları ve bilançoları bu konuda en önemli etken. Örneğin bilançoda görülen kasa hesabının dikkat çekecek boyutta yüksek olması, ortaklardan olan alacak veya borçların işletmenin ölçeğine göre yüksekliği, stokların gösterilen faaliyet alanındaki emsallerine göre yüksek olması ve mali tablolar ile beyannameler arasındaki tutarsızlıklar gibi kriterler dikkate alınarak vergi incelemesine öncelikle alınması gerekenler tespit edilir. İşletmelerin öncelikle vergi incelemesine alınması tabii ki vergi kaçırdığı anlamına gelmez. Sadece ilk etapta vergi beyannameleri ve mali tablolar da dikkat çekici hususların bulunması nedeniyle vergi incelemesine seçilecek firmalar açısından öncelik sağlanmış oluyor. Tabii ki bu önceliğin hiçbir işletmenin hoşuna gitmeyeceğini kabul etmek gerekir. Zira öncelikle vergi incelemesine alınmasına neden olan hususlarda vergi kaybı ortaya çıkmasa bile diğer hususlarla ilgili olarak vergi cezasını gerektiren bir durum ortaya çıkabilir. Ayrıca mükellefler için bir dönem vergi incelemesine tabi olmanın psikolojik sıkıntısını ve ticari itibarını psikolojik olarak etkileyebileceğini de dikkate almak gerek.

Kasa hesabının yüksekliği inceleme nedeni

Mali tablolarda en çok dikkat çeken hususlardan birisi kasa hesabında görülen tutarın yüksekliği. Kasada yüksek nakit bulundurmanın tabii ki hiçbir yasal cezai yaptırımı bulunmamakta. Daha öncede bahsettiğimiz gibi bu husus ilk etapta vergi inceleme nedeni olabilir.

Son zamanlarda Maliye Bakanlığı vergi inceleme elemanları kasa hesabında görülen yüksek nakit tutarları üzerinden faiz tahakkuk ettirmek suretiyle, örtülü kazanç iddiasıyla vergi hesaplıyorlar.

Nakit ödeme ve tahsilât sınırı 8.000 TL

Esasen şirketlerin kasalarında ne kadar nakit bulundurmaları gerektiği konusunda her hangi bir sınırlama yok. Sadece şirket adına yapılan bazı harcamalarda ve ödemelerde Maliye Bakanlığı'nın yayınladığı 320 seri numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği uyarınca 01.08.2003 tarihinden itibaren 8.000 TL ve aşan ödeme ve tahsilatların banka ve özel finans kurumlarının aracı kılınarak yapılması ve bu işlemlerin banka ve özel finans kurumlarınca düzenlenen hesap bildirim cetvelleri veya dekont ile tahsili zorunlu. Bu zorunluluğa uyulmaması halinde her bir işlem için işleme konu tutarın %5'i nispetinde özel usulsüzlük cezası kesiliyor. Tebliğden de anlaşılacağı üzere sınırlama ödeme ve tahsilâtlara ilişkin.

Kasadaki paranın ortak tarafından kullanıldığının ispatı gerekli

Yasal anlamda bir sınırlama olmamasına rağmen kasa hesabında görülen tutarların çeşitli gerekçelerle (güvenlik, bankaya yatırılması gerektiği gibi) şirketin aslında kasasında bulunamayacağı ve dolayısıyla bu paraların şirketi yönetenlerce şirket faaliyetleri dışında kullanılabileceği iddia edilebiliyor. Burada en önemli nokta, kasada fazla olduğu ileri sürülen tutarların, şirket ortaklarınca şirket ihtiyaçları dışında özel ihtiyaçlar için kullanıldığının tespiti. Danıştay Kararları ve Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurul Kararı'nda (Esas No: 2004/78 Karar No: 2004/107) Şirket ortağına para aktarılmış olmasının tek başına örtülü kazanç dağıtımının varlığını kanıtlamayacağı, ortağa aktarılan paranın şirket işlerinde kullanılmadığının, şirketin defter ve belgeleri ile yaptığı işler incelenerek saptanması gerektiği hakkında. Bu ve diğer kararlarda ortağın işletmeden para çektiğinin ispatlanması ancak ortak veya ortakların bu çektikleri paraları özel işlerinde kullandığının ispatı. Örneğin şahsına veya bakmakla yükümlü olduğu kişiler adına gayrimenkul, taşıt aracı, yüksek tutar gerektiren seyahat harcamalarını ispatlanması gerekir.

Bu tespiti doğrulayacak bir delil olması halinde şirket parasının ortak tarafından kullanıldığı ileri sürülüyor ve bu nedenle kullanılan para üzerinden o tarihte geçerli emsal alınabilecek faiz oranı üzerinden bir hesaplama yapılmak suretiyle şirket adına cezalı tarhiyata gidiliyor.

Oysa şirketlerin bankalar ile olan ilişkileri zaman zaman nakit tutarların elde bulundurulmasını gerektirebilir. Örneğin bankaya kredi borcunun bulunması, banka hesaplarına el konulma endişesi, yüklü miktarda tutarların banka tarafından anında ödenememesi gibi sebepler sıralanabilir. Yine spekülatif amaçlı olarak kasada para bulundurulmasına da rastlanabiliyor. Ayrıca her şirketin nakit yönetimi ve tercihleri de birbirinden farklı olabilir. Dolayısıyla zaman zaman şirketlerin nakit politikaları gereği kasalarında fazla miktarda nakit bulundurmaları ticari hayatın bir gereği. Aksi iddia edilmesi durumunda kullanılan paranın hangi ortak tarafından hangi özel işlerinde kullandığının ispatlanması gerekir.





Kaynak: Bugün Gazetesi