15 Ekim 2009 Perşembe

Vergi davası açılmasında süreler



Vergi davası açılmasında süreler



Bumin Doğrusöz - 15 Ekim 2009 Perşembe - Referans



İdari yargıda dava açma süreleri, hem kişilerin hak arama özgürlüklerinin kullanımı hem de idarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunun denetimi açısından son derece önemli bir konudur. Kişiler için önemlidir, çünkü bu süreler hak düşürücü sürelerdir. Süreyi kaçıran, dava hakkını kaybeder.

Bir hukuk devletinde idarenin eylem ve işlemlerinin olabildiğince yargısal denetime tabi tutulması isteniyorsa, bu sürelerin olabildiğince aklıda kalıcı şekilde ve basit hesaplanabilir tarzda olması gerekir. Yoksa mevzuatta, süreleri olabildiğince karmaşıklaştırarak, kişileri hataya düşürüp yargısal denetimin yollarını kısmak da mümkündür.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda, vergi mahkemelerinde dava açma süresi otuz gün olarak belirlenmiştir. İkmalen, re'sen veya idarece yapılacak tarhiyatlarla, idarece düzeltme yoluyla re'sen yapılan tarhiyatlara, ihtirazi kayıtla yapılan beyanlara veya tahakkuklara yahut kesilen cezalara karşı açılacak davalarda bu süre uygulanır.

2577 sayılı kanun, vergi mahkemelerinde açılacak davalarda süreyi belirlerken, özel kanunlarda yer alan düzenlemeleri saklı tutmuştur. Nitekim pek çok kanunda konumuzu ilgilendiren sürelere rastlamak mümkündür.

6183 sayılı kanunda ödeme emrine karşı açılacak davalar, 7 günlük süreye tabi tutulmuştur.

Yine 6183 sayılı kanunda, haklarında ihtiyati haciz uygulanan kişilerin ihtiyati hacze, haklarında ihtiyati tahakkuk uygulanan kişilerin ihtiyati tahakkuka karşı açacakları davalar da 7 günlük süreye tabidir.

Vergi borcundan dolayı haklarında yurtdışına çıkma işlemi uygulanan kişilerin dava açma süreleri de 30 gündür. Ancak bu davaların idare mahkemesinin görev alanına girdiği hallerde süre 60 güne çıkmaktadır.

Emlak Vergisi ile ilgili olarak takdir komisyonlarınca belirlenen arsa ve arazi değerlerine karşı ilgili kurum ve kuruluşlarla mahalle ve köy muhtarlıklarınca açılacak davalarda dava açma süresi 15 gündür.

Aleyhlerine tarhiyat yapılanların uzlaşma yoluna gitmeleri ve uzlaşmanın vaki olmaması halinde, uzlaşmanın vaki olmadığına dair tutanağın kendilerine tebliğinden itibaren dava açma süreleri, uzlaşmaya konu olan ihbarnamenin kendilerine tebliğinden itibaren uzlaşmaya müracaat için harcanan gün sayısının dava açma süresinden düşülmesi suretiyle hesaplanır. Ancak bu sürenin 15 günden az kalması halinde, açılacak davalarda dava açma süresi olarak 15 gün esas alınır.

Dava açma süresi içinde dava açmak yerine koşulları varsa düzeltme talep eden mükelleflerin, düzeltme taleplerinin açıkça veya 60 günlük sürede cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmesi halinde dava açma süresi, 30 günlük dava açma süresinden düzeltme talep etmek için harcanan gün sayısının düşülmesi suretiyle hesaplanır.

Dava açma süresi geçtikten sonra düzeltme talep eden mükelleflerin, düzeltme taleplerinin açıkça veya 60 günlük sürede cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmesi halinde, doğrudan dava açma hakları yoktur. Bu mükelleflerin red işlemine karşı şikâyet yolu ile Maliye Bakanlığı'na müracaat etmeleri gerekmektedir. Talebin Maliye Bakanlığı'nca da açıkça veya 60 günlük sürede cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmesi halinde, dava hakkı doğar ve dava açma süresi 30 gündür.

Vergi hukuku ile ilgili Bakanlar Kurulu Kararı veya Genel Tebliğ gibi genel düzenleyici işlemlere karşı doğrudan açılacak davalarda görevli mahkeme, Danıştay'dır. Danıştay'ın ilgili dairesi bu gibi davalara ilk derece mahkemesi sıfatıyla bakar. Bu tür soyut veya objektif iptal davalarında dava açma süresi ise 60 gündür.

Bu sürelerin son günü, resmi tatil gününe denk gelirse süre, tatili izleyen ilk iş gününün mesai saati bitimine kadar uzar.

Bu sürelerin son günün adli tatile rast gelmesi halinde süre, İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 6. maddesi ile belirlenmiş olanlarında süre, ara vermenin sona erdiği günü izleyen tarihten itibaren yedi gün uzamış sayılır. Diğer kanunlarda yazılı süreler ise uzamaz. Ancak aksi yönde içtihatlarda vardır.

Dava açma süreleri mali tatil içinde de işlememektedir. (Bu konuyu daha önce yazmıştım.)

Bu sürelerin son günün idari tatil veya idari izin olarak adlandırılan günlere gelmesi halinde ise sürenin tatili izleyen ilk iş günü mesai saati bitimine kadar uzayıp uzamayacağı net değildir. Her iki yönde de içtihatlar mevcuttur.

Görüldüğü gibi basit bir süre konusunu dahi mevzuatta ne kadar karmaşık hale getirmişiz.

Bu süreler, hak düşürücü sürelerdir. Kişilerin bu süreleri kaçırması halinde hem dava hakları ortadan kalkmakta ve aleyhlerine yapılan işlemler kesinleşmekte hem de idare üzerinde yargı denetimi bu yüzden kurulamamış olmaktadır.

Bu süre karmaşası yerine, basit bir veya iki süre belirlesek de bütün vergisel işlemlere karşı açacağımız davalarda bu süreleri uygulasak, ne kaybederiz.

Hukuk sisteminin saygınlığı, karmaşık mevzuatlar yaratarak sağlanamaz.

Bu süre konusunu niçin tekrar gündeme getirdim? Hem değerli okurlarımıza süreleri hak kaybına uğramamaları için bir kez daha hatırlatmak istedim hem de Adalet Bakanlığı'nda İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda "istinaf müessesesinin ihdası" amacıyla bir değişiklik tasarısı hazırlandığını bildiğimden, konu belki orada bu vesileyle gözden geçirilir diye umut ettim.



Naylon fatura kullandığınız tespit edilmeden vergi ceza kesilemez



Naylon fatura kullandığınız tespit edilmeden vergi ceza kesilemez



Ekrem Sarısu - 15 Ekim 2009 Perşembe - Posta



Soru: Yıllardan beri mal aldığımız bir firmanın naylon fatura kestiği tespit edilmiş. Bu firma hakkında yapılan incelemeden hareketle bizim aldığımız faturaları da naylon fatura olarak kabul edilmesi yönünde işlem hazırlandığı duyumunu aldık. Yılardan beri mal aldığımız bir firma, işleri bozulunca bazı firmalara sahte fatura vermiş. Bizim alımlarımız gerçek. Bizim dışımızda olan bu durum nedeniyle bize de naylon fatura almışız gibi işlem yapılabilir mi?





Cevap: Naylon fatura düzenlenmesi ve kullanılmasının hapis cezasına kadar uzanan yaptırımı var. Bundan dolayı naylon fatura mükelleflerin korkulu rüyası. Ancak, bu kadar ağır yaptırımları olan ve mükelleflerin uykusunu kaçıran naylon fatura konusunda maliyenin aynı ciddiyetle yaklaştığını söylemek çok zor. Çünkü, inceleme elemanları genelde bir işletmenin naylon fatura düzenlediğini tespit ettiğinde, o işletmenin düzenlemiş olduğu tüm faturaların naylon fatura olduğu düşüncesiyle işlem yapıyor. Mevcut uygulamaya göre, aldığınız faturaları da sahte belge olarak niteleyip işlem yapabilirler. Ancak; bu işlem doğru değil. Çünkü, hakkınızda bir inceleme yapılarak, inceleme sonucu naylon fatura kullandığınız tespit edilmediği sürece işlem yapılmaması gerekiyor. Nitekim nihai yargı merci olan Danıştay, benzer ihtilaflarda, mükellef nezdinde yapılan inceleme ile naylon fatura kullandığı somut delillerle tespit edilmeden, işlem yapılamayacağı yönünde kararlar vermektedir. İşletmenizde vergi incelemesi yapılmadan sahte fatura kullandığınız yönünde işlem tesis edildiğinde, vergi mahkemesine dava açmanızda yarar var.



13 Ekim 2009 Salı

Katma Değer Vergisi alacağında mahsup sorunları

Katma Değer Vergisi alacağında mahsup sorunları

Veysi Seviğ - 13 Ekim 2009 Salı - Referans



Katma Değer Vergisi (KDV) Yasası'nın 29'uncu maddesinin ikinci fıkrası hükmü gereği olarak, "bir vergilendirme döneminde indirilecek KDV toplamı, mükellefiyetin vergiye tabi işlemleri dolayısıyla hesaplanan KDV toplamından fazla olduğu takdirde, aradaki fark sonraki dönemlere" devrolunmakta ve iade edilmemektedir.

Ancak aynı yasanın 28'inci maddesi uyarınca, Bakanlar Kurulu tarafından vergi oranı indirilen teslim ve hizmetlerle ilgili olup teslim ve hizmetin gerçekleştiği vergilendirme döneminde indirilemeyen ve tutarı Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen miktarı aşan vergi, bu mükelleflerin vergi ve sosyal sigorta prim borçları ile genel ve katma bütçeli idarelerle belediyelere olan borçlarına ya da döner sermayeli kuruluşlar ile sermayesinin yüzde 51'i veya daha fazlası kamuya ait veya özelleştirme kapsamında bulunan işletmeler ile organize sanayi bölgelerinden temin ettikleri mal ve hizmet bedellerine ilişkin borçlarına mahsuben ödenebilmektedir.

Yıl içinde mahsuben iade edilemeyen vergi, izleyen yıl içinde talep edilmesi koşuluyla nakden veya mükellefin yukarıda sayılan borçlarına mahsuben iade edilebilmektedir.

Bakanlar Kurulu, vergi nispeti indirilen mal ve hizmet grupları ile sektörler itibariyle, iade hakkını kısmen veya tamamen ya da amortismana tabi iktisadi kıymetler dolayısıyla yüklenilen KDV ile sınırlı olmak üzere kaldırmaya; Maliye Bakanlığı, bu hükmün uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye yetkili bulunmaktadır.

Aynı yasanın 32'nci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca da Maliye Bakanlığı, KDV iadesini hak sahiplerinin vergi ve sosyal sigorta prim borçları ile genel ve katma bütçeli daireler ile belediyelere olan borçlarına ya da döner sermayeli kuruluşlar ile sermayesinin yüzde 51'i veya daha fazlası kamuya ait olan veya özelleştirme kapsamında bulunan işletmelerden temin ettikleri mal veya hizmet bedellerine ilişkin borçlarına mahsup suretiyle sınırlayabilmektedir.

Mevcut yasal düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere mükelleflerin vergi idaresinden alacaklarının idareye olan borçlarına mahsubu mümkün bulunmaktadır. Bu bağlamda da ihracattan doğan KDV'nin iadesinin vergi borcuna mahsubu konusunda herhangi bir sınırlama mevcut değildir.

İhracat istisnasından veya tecil-terkin uygulamasından doğan KDV'nin özellikle Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) borçlarına mahsubu uygulamada bazı sorunlara neden olabilmekte, böyle bir durumda da daha çok mahsup isteminde bulunan KDV alacaklısı mağdur duruma düşmektedir.

Mevcut düzenlemeler çerçevesinde SGK prim tahsilatlarında da Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Yasa hükümleri geçerli bulunmaktadır. Bu nedenle özellikle prim borcunun vadesi tarihinden sonra ilgili SGK şubesi hesabına geçmesi ve/veya havale edilmesi halinde, söz konusu prim borcunun vadesinden havalenin hesaba geçtiği tarihe kadar gecikme zammı uygulanabilmekte ve hatta mahsubu talep edenin varlıklarına tedbir konulabilmektedir.

Örneğin prim alacaklısı olan mükellefin süresi içinde mahsup isteminde bulunması halinde, gerek vergi dairesinin yanlış hesap numarasını belirtmek suretiyle söz konusu mahsup isteminde bulunması ve/veya alacaklı SGK'nın banka hesabında işlem sırasında hesap numarası hatası yapılması halinde, bu durumdan başlangıçta mükellef haberdar olmamakta, sonuçta özellikle SGK şubelerinin mükellefe herhangi bir bilgi vermeden veya uyarıda bulunmadan, mükellef hakkında icrai işlem yaptığı görülmektedir.

Bazı hallerde bankalar kendilerine gönderilen bu tür mahsup işlemine ait talimatları süresi içinde işleme koymamakta veya koymayı unutmakta olup, böyle bir durumda süresi içinde mahsup işleminde bulunan mükellef gecikme zammının muhatabı olabilmektedir.

Böyle bir durumun tespiti halinde uygulamadan zarar gören mükellefin söz konusu zararını karşılamak üzere başvuracağı yargı organı ticaret mahkemeleri olmaktadır.

SGK'nın haklı olarak alacağını tahsil konusunda öncelikle mükellefe başvurmaması ve mükellefi bu konuda haberdar etmemesi ve hatta belli bir süre bekledikten sonra mükellef hakkında icra takibine geçmesi, mahsup isteminde bulunan mükellefler açısından telafisi mümkün olmayacak zararlara neden olabilmektedir.

Özellikle son yıllarda rastlanan bu tür olayların yaratmış bulunduğu olumsuzluklar gün geçtikçe artmaktadır.

Söz konusu uyuşmazlıkların çözümlenmesinde mahsup işlemine aracılık eden vergi dairesi ile banka ve SGK'nın ilgili şubeleri arasında yapılan yazışmalar tam anlamı ile skandal denilebilecek derecede gecikmeli olmaktadır. Bu gecikmelerden zarar görense mahsup işlemini talep eden mükelleftir.

Konuya ilişkin olarak ortaya çıkan uyuşmazlıklarda, söz konusu yazışmalarda rastlanılan bir başka olgu da verilmesi gereken bilgilerin doğru olmamasıdır.

Mağduriyetlere neden olan bu konunun ilgililerce gözden geçirilmesi ve mahsup işleminden mağdur olan mükelleflerin mağduriyetlerini hiç değilse bundan sonra ortadan kaldırabilecek düzenlemelere ve önlemlere yönlenmeleri gerekmektedir

12 Ekim 2009 Pazartesi

Kasadaki paraya vergi

Kasadaki paraya vergi! / İsmail Kökbulut



12.10.2009

Neden işletmelerin vergi incelemesine alınabileceği konusunda geçen haftalarda yayınlanan yazımız üzerine birçok işletmenin zannedildiği gibi şikâyet veya ihbar olmaksızın da incelemeye alınabileceğini hatırlatmış olduk. Bu konuda en önemli ölçü işletmelerin vergi dairelerine vermiş oldukları beyannameler ve mali tablolar.

Mali tablolarda yer alan hususlar

Vergi incelemesine alınacak işletmelerin faaliyetlerinin göstergesi sayılabilecek gelir tabloları ve bilançoları bu konuda en önemli etken. Örneğin bilançoda görülen kasa hesabının dikkat çekecek boyutta yüksek olması, ortaklardan olan alacak veya borçların işletmenin ölçeğine göre yüksekliği, stokların gösterilen faaliyet alanındaki emsallerine göre yüksek olması ve mali tablolar ile beyannameler arasındaki tutarsızlıklar gibi kriterler dikkate alınarak vergi incelemesine öncelikle alınması gerekenler tespit edilir. İşletmelerin öncelikle vergi incelemesine alınması tabii ki vergi kaçırdığı anlamına gelmez. Sadece ilk etapta vergi beyannameleri ve mali tablolar da dikkat çekici hususların bulunması nedeniyle vergi incelemesine seçilecek firmalar açısından öncelik sağlanmış oluyor. Tabii ki bu önceliğin hiçbir işletmenin hoşuna gitmeyeceğini kabul etmek gerekir. Zira öncelikle vergi incelemesine alınmasına neden olan hususlarda vergi kaybı ortaya çıkmasa bile diğer hususlarla ilgili olarak vergi cezasını gerektiren bir durum ortaya çıkabilir. Ayrıca mükellefler için bir dönem vergi incelemesine tabi olmanın psikolojik sıkıntısını ve ticari itibarını psikolojik olarak etkileyebileceğini de dikkate almak gerek.

Kasa hesabının yüksekliği inceleme nedeni

Mali tablolarda en çok dikkat çeken hususlardan birisi kasa hesabında görülen tutarın yüksekliği. Kasada yüksek nakit bulundurmanın tabii ki hiçbir yasal cezai yaptırımı bulunmamakta. Daha öncede bahsettiğimiz gibi bu husus ilk etapta vergi inceleme nedeni olabilir.

Son zamanlarda Maliye Bakanlığı vergi inceleme elemanları kasa hesabında görülen yüksek nakit tutarları üzerinden faiz tahakkuk ettirmek suretiyle, örtülü kazanç iddiasıyla vergi hesaplıyorlar.

Nakit ödeme ve tahsilât sınırı 8.000 TL

Esasen şirketlerin kasalarında ne kadar nakit bulundurmaları gerektiği konusunda her hangi bir sınırlama yok. Sadece şirket adına yapılan bazı harcamalarda ve ödemelerde Maliye Bakanlığı'nın yayınladığı 320 seri numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği uyarınca 01.08.2003 tarihinden itibaren 8.000 TL ve aşan ödeme ve tahsilatların banka ve özel finans kurumlarının aracı kılınarak yapılması ve bu işlemlerin banka ve özel finans kurumlarınca düzenlenen hesap bildirim cetvelleri veya dekont ile tahsili zorunlu. Bu zorunluluğa uyulmaması halinde her bir işlem için işleme konu tutarın %5'i nispetinde özel usulsüzlük cezası kesiliyor. Tebliğden de anlaşılacağı üzere sınırlama ödeme ve tahsilâtlara ilişkin.

Kasadaki paranın ortak tarafından kullanıldığının ispatı gerekli

Yasal anlamda bir sınırlama olmamasına rağmen kasa hesabında görülen tutarların çeşitli gerekçelerle (güvenlik, bankaya yatırılması gerektiği gibi) şirketin aslında kasasında bulunamayacağı ve dolayısıyla bu paraların şirketi yönetenlerce şirket faaliyetleri dışında kullanılabileceği iddia edilebiliyor. Burada en önemli nokta, kasada fazla olduğu ileri sürülen tutarların, şirket ortaklarınca şirket ihtiyaçları dışında özel ihtiyaçlar için kullanıldığının tespiti. Danıştay Kararları ve Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurul Kararı'nda (Esas No: 2004/78 Karar No: 2004/107) Şirket ortağına para aktarılmış olmasının tek başına örtülü kazanç dağıtımının varlığını kanıtlamayacağı, ortağa aktarılan paranın şirket işlerinde kullanılmadığının, şirketin defter ve belgeleri ile yaptığı işler incelenerek saptanması gerektiği hakkında. Bu ve diğer kararlarda ortağın işletmeden para çektiğinin ispatlanması ancak ortak veya ortakların bu çektikleri paraları özel işlerinde kullandığının ispatı. Örneğin şahsına veya bakmakla yükümlü olduğu kişiler adına gayrimenkul, taşıt aracı, yüksek tutar gerektiren seyahat harcamalarını ispatlanması gerekir.

Bu tespiti doğrulayacak bir delil olması halinde şirket parasının ortak tarafından kullanıldığı ileri sürülüyor ve bu nedenle kullanılan para üzerinden o tarihte geçerli emsal alınabilecek faiz oranı üzerinden bir hesaplama yapılmak suretiyle şirket adına cezalı tarhiyata gidiliyor.

Oysa şirketlerin bankalar ile olan ilişkileri zaman zaman nakit tutarların elde bulundurulmasını gerektirebilir. Örneğin bankaya kredi borcunun bulunması, banka hesaplarına el konulma endişesi, yüklü miktarda tutarların banka tarafından anında ödenememesi gibi sebepler sıralanabilir. Yine spekülatif amaçlı olarak kasada para bulundurulmasına da rastlanabiliyor. Ayrıca her şirketin nakit yönetimi ve tercihleri de birbirinden farklı olabilir. Dolayısıyla zaman zaman şirketlerin nakit politikaları gereği kasalarında fazla miktarda nakit bulundurmaları ticari hayatın bir gereği. Aksi iddia edilmesi durumunda kullanılan paranın hangi ortak tarafından hangi özel işlerinde kullandığının ispatlanması gerekir.





Kaynak: Bugün Gazetesi

Belgelendirilemeyen Giderler

Belgelendirilemeyen Giderler

Önder Özsoy - SMMM - 12 Ekim 2009 Pazartesi - Hatay



Vergi usul kanunun 227. maddesine göre “ Bu Kanunda aksine hüküm olmadıkça bu Kanuna göre tutulan ve üçüncü şahıslarla olan münasebet ve muamelelere ait olan kayıtların tevsiki mecburidir. “ denilmekte olup,Defter tutmak mecburiyetinde olmayan mükellefler vergi matrahlarının tespiti ile ilgili giderlerini tevsike mecburdurlar. Bu Kanuna göre kullanılan veya bu Kanunun Maliye ve Gümrük Bakanlığına verdiği yetkiye dayanılarak, kullanma mecburiyeti getirilen belgelerin, öngörülen zorunlu bilgileri taşımaması halinde bu belgeler vergi kanunları bakımından hiç düzenlenmemiş sayılacağını belirtmiş ve akabinde Vergi usul kanunun 228. maddesine göre de Tevsiki zaruri olmayan belgeler ise;



1. Örf ve teamüle göre bir vesikaya istinat ettirilmesi mutat olmayan müteferrik giderler;

2. Vesikanın teminine imkan olmayan giderler;

3. Vergi kanunlarına göre götürü olarak tespit edilen giderler.

Olduğu belirtilmiştir.

Konuya ilişkin maliye bakanlığının 30.06.1992 tarih ve 224444-228-24/53986 Sayılı Özelgesi’nde ise şu açıklamalara yer verilmiştir.

Özelge ile yapılan açıklamaya göre; fatura ve benzeri belgelere bağlanamayan giderler;

- Faaliyetlerle ilgili olması,

- İşin genişliğine ve niteliğine uygun bulunması,

- Şehir içi ulaşımı (otobüs veya dolmuş) göstermek üzere hazırlanan bir liste düzenlenmesi,

- Postaya verilen evrakın niteliğini gösteren bir bordro hazırlanması,

- Vergi mükellefi veya yetkilileri tarafından imzalanması veya firma kaşesi basılması

halinde, gerçek miktarları üzerinden kayıtlara gider olarak kaydedilebilecektir.

Maliye Bakanlığının 22.07.1996 tarih ve 33611 sayılı özelgesinde yapılan posta masraflarının faaliyetle ilgili olması adi mektup şeklinde yapılan harcamanın belgelendirilmesi için vergi mükellefi veya yetkilileri tarafından imzalanmak ve işletme veya firma kaşesi basılmak suretiyle bir bordonun düzenlenmesi postaya verilen evrakın niteliğinin söz konusu bordoya yazılması yeterli bir belge olduğu ifade edilmiştir. Kanımca bu bordoların posta idaresine onaylatılması daha yerinde bir davranış olacağı kuşkusuzdur.Tabi bu açıklamalar adi postalar için geçerli olup,acele posta servisi ve iadeli taahhütlü gibi işlemlerde alınan belgeler birer ispat aracı olduğu bir gerçektir.

Belgesiz giderlerin KDV indirimi

Yine Maliye bakanlığını 22.07.1996 Tarihli özelgesi’nde bahsi geçen posta masraflarında yer alan KDV nin iç yüzde yöntemiyle hesaplanıp kayıtlara alınması gerekmektedir.

Yukarıda yer alan konuların daha detaylı şekilde Maliye Bakanlığının Bir özelgesinde konuyla ilgili şu şekilde açıklama yapılmıştır.



193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununun 65'inci maddesinde; '' Her türlü serbest meslek faaliyetinden doğan kazançlar serbest meslek kazancıdır.



Serbest meslek faaliyeti sermayeden ziyade şahsi mesaiye, ilmi veya mesleki bilgiye veya ihtisasa dayanan ve ticari mahiyette olmayan işlerin işverene tabi olmaksızın şahsi sorumluluk altında kendi nam ve hesabına yapılmasıdır.'' hükmü yer almıştır.



Aynı Kanunun '' Mesleki Giderler '' başlıklı 68'inci maddesinde, (5035 sayılı Kanunla değişmeden önceki şekli) serbest meslek kazancının tespitinde hasılattan indirilebilecek giderler 10 bent halinde sayılmış olup 10'uncu bendinde (4369 sayılı Kanunun 37'ci maddesiyle değişen bent) (1.1.1999 tarihinden geçerli olmak üzere ) ''işle ilgili olarak şehir içi ulaşım, posta, telgraf ve odabaşı ücretleri gibi müteferrik giderler ile envantere dahil olan binek otomobillerinin giderleri ve Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre ayrılan amortismanları '', 6 numaralı bendinde de mesleğin ifasına lüzumlu aletlerin, eczaların ve sair maddelerin tedariki için yapılan giderlerin serbest meslek kazancının tespitinde hasılattan gider olarak indirim konusu yapılabileceği hüküm altına alınmıştır.



Diğer taraftan söz konusu madde hükmü, 5035 sayılı Kanunun 13'üncü maddesiyle değiştirilmiş olup 1.1.2004 tarihinden geçerli olmak üzere 2.1.2004 tarihinden itibaren yürürlüğe giren Gelir Vergisi Kanununun 68'inci maddesinin 1'inci fıkrasının bir numaralı bendinde: mesleki kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için ödenen genel giderlerin, 2 numaralı bendinde, hizmetli ve işçilerin iş yerinde veya iş yerinin müştemilatında iaşe ve ibate giderlerinin tedavi ilaç giderlerinin sigorta primleri ve emekli aidatının, 7'nci bendinde ise mesleki faaliyetin ifası için ödenen mal ve hizmet alım bedellerinin serbest meslek kazancının tespitinde hasılattan gider olarak indirilebileceği hüküm altına alınmıştır.



Öte yandan; Vergi Usul Kanununun ''Tevsiki zaruri olmayan kayıtlar '' başlıklı 228'inci maddesinde Aşağıdaki giderler için ispat edici kağıt aranmaz.



1, Örf ve teamüle göre bir vesikaya istinat ettirilmesi mutat olmayan müteferrik giderler;



2, Vesikanın teminine imkan olmayan giderler;



3, Vergi kanunlarına göre götürü olarak tespit edilen giderler



1 ve 2 numaralı fıkralarda yazılı giderlerin gerçek miktarları üzerinden kayıtlara geçirilmesi ve miktarlarının işin genişliğine ve mahiyetine uygun bulunması şarttır.'' hükmüne yer verilmiştir.



Diğer taraftan 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 29/1'inci maddesinde; mükelleflerin, yaptıkları vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden faaliyetlerine uygun olarak kendilerine yapılan teslim ve hizmetler dolayısıyla hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen katma değer vergisini indirim konusu yapabilecekleri hükme bağlanmıştır.



Aynı kanunun 30'uncu maddesinin 1'inci fıkrasının (d) bendine göre, Gelir ve Kurumlar vergisi Kanunlarına göre kazancın tespitinde indirimi kabul edilmeyen giderler dolayısıyla ödenen katma değer vergisi indirim konusu yapılmayacaktır.



Öte yandan aynı kanunun 34'üncü maddesinde; yurt içinde sağlanan veya ithal olunan mal ve hizmetlere ait Katma Değer Vergisinin alış faturası veya benzeri vesikalar ve gümrük makbuzu üzerinden ayrıca gösterilmesi ve bu vesikaların kanuni defterlere kaydedilmesi şartıyla indirileceği katma değer vergisinin fatura ve benzeri vesikalarda ayrıca gönderilmesine gerek görülmeyen işlemlerde vergi indiriminin nasıl belgelendirileceğinin Bakanlığımızca tespit edileceği hükme bağlanmış olup, 53'üncü maddesinde ise: ''Bu Kanunda geçen fatura ve benzeri vesikalar tabiri Vergi Usul Kanununda düzenlenen vesikaları ifade eder.'' denilmektedir.



Bu durumda, şehir içi ulaşımı için belediye ve özel halk otobüslerine ödenen bedellere ilişkin fatura ve benzeri herhangi bir tevsik edici belge bulunmadığından yüklenilen katma değer vergisinin indirim konusu yapılması söz konusu olmamakla birlikte muhasebecilik faaliyetiniz ile ilgili olması kaydıyla şehir içi ulaşımı için belediye ve özel halk otobüslerine ödediğiniz bedellerin KDV dahil tutarlarını Gelir Vergisi Kanunu'nun 68'inci maddesinin 1'inci bendine göre serbest meslek kazancınızın tespitinde gider olarak indirebileceğiniz tabiidir.



Öte yandan serbest meslek faaliyeti ile ilgili ve iş hacmi ile mütenasip temizlik ve ikram giderlerinin tevsik edici belgelere dayandırılması şartı ile serbest meslek kazancının tespitinde 5035 sayılı Kanunla değiştirilen 68'inci maddenin 1 numaralı bendine göre indirim konusu yapılacağından, tevsik edici belgelerde yer alan KDV'nin de indirim konusu yapılacağı tabiidir.



Diğer taraftan, Gelir Vergisi Kanununun 68'inci maddesinin 1'inci fıkrasının 2'nci bendinde sadece hizmetli ve işçilerin iş yerinde veya iş yerinin müştemilatındaki iaşe giderlerinin serbest meslek kazancının tespitinde indirim konusu yapılacağı hüküm altına alınmış olup bu nedenle tarafınıza ait iaşe giderlerinin serbest meslek kazancınızın tespitinde indirim konusu yapılması mümkün bulunmadığından iaşe giderlerine ilişkin belgelerdeki KDV'nin de indirim konusu yapılması söz konusu değildir.

GÖTÜRÜ GİDER UYGULAMASI

Gelir Vergisi Kanununun "İndirilecek Giderler" başlığı altında yer alan 40 ıncı maddesinin l numaralı bendinde, ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan genel giderler, düzenlenmiştir. Bu giderlerin, Vergi Usul Kanununun 227 ve müteakip maddeleri hükümlerinde belirtilen şekilde tevsiki zorunlu olup, bu hükümler çerçevesinde tevsik edilemeyen giderlerin ticari kazancın tespitinde indirim konusu yapılması mümkün değildir.

Ancak, 4108 sayılı Kanunla Gelir Vergisi Kanununun 40 ıncı maddesinin 1 numaralı bendine eklenen bir hükümle, bazı giderlerin Vergi Usul Kanununun ilgili hükümlerine göre tevsik edilemediği, hallerde de ticari kazancın tespitinde indirimine müsaade edilmiştir. Söz konusu hüküm aşağıdaki gibidir:

"(İhracat, yurt dışında inşaat, onarma, montaj ve taşımacılık faaliyetlerinde bulunan mükellefler, bu bentte yazılı giderlere ilaveten bu faaliyetlerden döviz olarak elde ettikleri hasılatın binde beşini aşmamak şartıyla yurt dışındaki bu işlerle ilgili giderlerine karşılık olmak üzere götürü olarak hesapladıkları giderleri de indirebilirler.)"

Götürü gider uygulaması olarak adlandırılabilecek bu düzenlemeye ilişkin çeşitli hususlar, aşağıda açıklanmıştır.

1. Götürü Gider Uygulamasından Yararlanabilecek Olan Mükellefler

Götürü, gider uygulamasından ihracat, yurt dışında inşaat, onarma, montaj ve teknik, hizmetler, ile taşımacılık faaliyetinde bulunan, dar mükellefiyet esasında, vergilendirilenler de dahil olmak üzere gelir ve kurumlar vergisi mükellefleri yararlanabileceklerdir. Bu tür faaliyetleri bulunmayan mükelleflerin Gelir Vergisi Kanununun 40 ıncı maddesi hükmüne göre götürü gider kaydı ve bu giderleri kazancın tespitinde indirim konusu yapmaları mümkün değildir.

2. Götürü Giderlerin Belgeli Giderlere İlaveten Uygulanması

Belgelendirilememiş giderlere karşılık olmak üzere, götürü gider kaydı, mükelleflerin genel esaslara göre tevsik edilmiş giderlerinin gider kaydına engel teşkil etmemektedir:

3. Götürü Gider Kaydedilebilecek Azami Tutar

Gelir Vergisi Kanununun 40 ıncı maddesinin 1 numaralı bendine 4108 sayılı Kanunla eklenen parentez içi hükme göre, tevsik edilemeyen giderlere karşılık olmak üzere, götürü olarak gider kaydedilebilecek tutar, ihracat ve yurt dışında yapılan inşaat, onarma, montaj, teknik hizmetler ile taşımacılık faaliyetlerinden döviz olarak elde edilen hasılatın binde beşini aşamayacaktır. Sözü edilen hasılat kavramı içinde değerlendirilecek dövizlerin, kambiyo mevzuatı gereğince Türkiye ye getirilme şartı aranılmayacaktır:

4. Götürü Gider Uygulamasında Hasılat

a) İhracat Hasılatı

Her türlü ihracat ve yurt dışı taşımacılıktan döviz cinsinden sağlanan hasılat, götürü gider kaydına esas azami tutarın hesaplanmasında dikkate alınabilecektir. Türk Lirası karşılığı yapılan ihracat hasılatı azami gider tutarının tespitinde dikkate alınmayacaktır. Ancak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne Türk Lirası karşılığı yapılmış ihracat, döviz cinsinden hasılat olarak kabul edilecektir.

İlgili mevzuat çerçevesinde yapılan serbest ihracat, kredili ihracat, konsinyasyon ve müşterek hesap yoluyla ihracat, prefinansman yoluyla ihracat, bedelli ticari numune ihracatı, serbest bölgelere yapılan ihracat ile sınır ve kıyı ticareti yoluyla yapılan ihracattan sağlanan hasılat götürü gider hesaplanmasına konu olabilecektir. Yurt dışında ortak olunan firmalara ayni sermaye olarak mal gönderilmesi şeklinde yapılan ihracat ile müteahhitlerin yurt dışındaki şantiyelerine şube, büro, temsilcilik ve acentelik gibi yerlere mal gönderilmesi durumunda da anılan mal bedelleri ihracat hasılatı kapsamında değerlendirilecektir.

Ancak, gümrük hattı dışındaki mağaza ve işletmelere yapılan mal teslimleri, yabancı gemi ve uçaklara ve uluslararası taşımacılık yapanlara akaryakıt, su, kumanya ve sair malzeme teslimleri, Türkiye'deki konsolosluklara diplomatik temsilciliklere, uluslararası kuruluşlara ve askeri tesislere yapılan mal teslimleri, Türkiye'de ikamet etmeyenlere yurt içinde yapılan mal teslimleri, uluslararası ihaleye çıkarılan projelere ilişkin olarak Türkiye'de yapılan mal teslimlerinden sağlanan hasılat ile transit ticaretten sağlanan hasılat götürü gider kaydedilmesinde ihracat hasılatı olarak dikkate alınmayacaktır. Bu şekilde satılan malların yurt dışına çıkarılmış olması önem arz etmemektedir.

Döviz olarak elde edilen ihracat hasılatının Türk Lirası karşılığının tespitinde, hasılatın kanuni defterlere kaydedildiği tarihte geçerli olan ve T.C. Merkez Bankasınca tespit ve ilan edilmiş döviz alış kurlarının esas alınması gerekmektedir.

Hasılatın kanuni süreden sonra kayıtlara intikal ettirilmesi halinde, götürü gider uygulamasında dikkate alınacak hasılat, kayıtlara intikal ettirilmesi gerektiği tarihteki kur üzerinden hesaplanacaktır. Dövizlerin yurda getirilmesi gerektiği tarihe kadar doğan kur farklarının ise bu uygulamada dikkate alınamayacağı tabidir.

Bilindiği üzere, ihracat, FOB teslim şartının yanı sıra CF veya CIF teslim şartı ile de, yapılabilmektedir. CF satış bedeli, mal bedeli ile birlikte navlun bedelini; CIF, satış bedeli ise bunlara ilaveten sigorta bedelini kapsamaktadır. İhracatçı taşımayı bizzat kendisi gerçekleştirebileceği gibi Türk Lirası veya döviz karşılığında diğer gerçek ve tüzel kişilere de yaptırabilmektedir.

İhracatçının, CF veya CIF teslim şartı ile ihracatta; taşımayı döviz karşılığında başka kurum ve gerçek kişilere yaptırması halinde, götürü gider uygulamasında gümrük çıkış beyannamesinde yer alan FOB değerler esas alınacaktır. Başka bir deyişle, taşımanın başkasına döviz karşılığı yaptırıldığı durumda, ihracatın FOB, CF veya CIF teslim şartı ile yapılmış olmasına bakılmaksızın azami götürü gider tutarı FOB satış bedeli üzerinden hesaplanacaktır. Nakliyenin bizzat ihracatçı tarafından yapılması veya Türk Lirası karşılığında diğer gerçek veya tüzel kişilere yaptırılması durumunda ise ihracatçı, götürü gider uygulamasında sigorta bedeli hariç CF hasılat tutarını dikkate alacaktır. Öte yandan, taşımayı Türk Lirası karşılığında gerçekleştiren nakliyecinin, bu taşımacılık hasılatı dolayısıyla götürü gider uygulamasından yararlanması söz konusu değildir.

Geçici, kabul, rejimi çerçevesinde ithal edilen, ham ve yarı mamül maddelerin Türkiyede bir işlem gördükten sonra ihracatından sağlanan döviz hasılatı da diğer ihracat şekillerinde olduğu gibi götürü gider uygulamasına konu olabilecektir

7 Ekim 2009 Çarşamba

Dava açılınca verginin tahsilatı duruyor

Dava açılınca verginin tahsilatı duruyor

|Hürriyet Gazetesi| |01.10.2009|



OKURLARIMIZIN çoğunun merak ettiği konulardan biri de, vergi ve ceza kesilen bir şirket ya da şahıstan, bunların kaç gün ya da kaç ay içinde tahsil edileceği ile ilgili...



Hemen açıklayalım, bir vergi ve ceza ihbarnamesi alındığında (tutarı 10 bin TL ya da 10 milyon TL hatta 10 milyar TL dahi olsa), vergi mahkemesine dava açıldığı zaman, dava sonuçlanıncaya kadar, vergi dairesi 1 TL dahi tahsil edemiyor.



YASA NE DİYOR?

“Bu da ne zaman çıktı? Daha önce hiç duymamıştım” diyenler için açıklayalım; bu uygulama öteden beri örneğin 30 yıl hatta 40 yıl önceden beri böyle...

İdari Yargılama Usulü Kanunu diye bir Kanun var. Bu Kanun’un 27/3. maddesinde, şöyle bir hüküm yer alıyor;

“3. Vergi mahkemelerinde, vergi uyuşmazlıklarından doğan DAVALARIN AÇILMASI, tarh edilen vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümlülüklerin ve bunların zam ve cezalarının dava konusu edilen bölümünün TAHSİL İŞLEMİNİ DURDURUR”

Görüldüğü gibi, yasa son derece açık. Bu vergi ve ceza ihbarnamesi tebliğ edildiğinde;

1) Süresi içinde, vergi mahkemesinde dava açıldığında, vergi dairesi ihbarnamelerde yazılı vergi ve cezaları, (dava sonuçlanıncaya kadar) tahsil edemiyor.

2) Vergi mahkemesinde dava açılabilmesi için teminat gösterilmesi zorunlu değil. Başka bir anlatımla, vergi mahkemesi mükellefe “davayı açabilmen için vergi ve ceza tutarı kadar teminat göstermen gerekir” demiyor.

3) Vergi-ceza ihbarnameleri ile mükellefe tebliğ edilen vergi ve cezalarla ilgili olarak, vergi mahkemesine dava açıldığında, o vergi ve cezalar kesinleşmiş sayılmıyor. Mahkeme sonucu bekleniyor. Mahkemenin sonuçlanması da duruma göre 1-1,5 yılı buluyor.

4) Mahkeme vergi ve cezanın;

a) Tamamını kaldırabilir.

b) Bir kısmını kaldırabilir.

c) Tamamını yerinde bulabilir.

Vergi mahkemesi kararının tebliğinden itibaren 30 gün içinde, davayı kaybeden Danıştay’a temyiz başvurusunda bulunabilir.

Davayı kaybeden tarafın mükellef olması halinde, mükellefin temyizi için Danıştay’a başvurması, verginin tahsilatını durdurmuyor. Ancak, yürütmenin durdurulması talebinde bulunulması ve Danıştay’ın da bunu uygun görmesi halinde “teminat karşılığı” yürütme yani vergi ve cezanın tahsilini durdurabiliyor.



ÖDEME EMRİNDE FARKLI

Yukarıdaki açıklamamız, vergi ceza ihbarnameleri ile ilgili.

Bir de “ödeme emri” diye bir olay var.

Ödeme emrine gelince durum değişiyor. Ödeme emrine karşı dava açılması vergi ve cezanın tahsilatını durdurmuyor. Nedenine gelince, ödeme emri vergi ve cezanın kesinleşmesi halinde düzenleniyor. Ancak ödeme emrine karşı, tebliğinden itibaren 7 gün içinde dava açılıp “yürütmeyi durdurma” talebinde bulunulması ve bunun da uygun görülmesi halinde, mahkeme sonuçlanıncaya kadar tahsilat yapılamıyor.

Ödeme emrine karşı dava açıldığında, üç iddia öne sürülebiliyor.

1) Böyle bir borcum yoktur, ödenmiştir. İşte makbuzları.

2) Borcun bir kısmı ödenmiştir, işte makbuzları.

3) Benden istenen vergi ve ceza, zamanaşımına uğramıştır.

denilebilir.

Vergi dairesince, teminat istenilmesi ve yeterli teminat gösterilemediği durumlarda haciz uygulanması, olayın diğer bir yönü. Onu da bir başka yazımızda açıklayacağız.